İstiklal Marşı’nın Doğuşu: Bir Milletin Kalbinden Yükselen Ses

İstiklal Marşı’nın Doğuşu
İstiklal Marşı’nın Doğuşu: Bir Milletin Kalbinden Yükselen Ses
Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin en zorlu yıllarında, ulusal ruhu canlandıracak bir marşa duyulan ihtiyaç, İstiklal Marşı’nın ortaya çıkışının temel nedeniydi. Anadolu’nun dört bir yanı işgal altındayken, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün liderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı’nda halkın moralini yüksek tutmak ve milli birliğe vurgu yapmak için böyle bir esere gerek duyuldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasıyla birlikte, yeni devletin kimliğini ve ruhunu temsil edecek bir milli marş arayışı da resmen başladı.
Bu amaçla, Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı), 7 Kasım 1920 tarihinde bir yarışma ilan etti. Yarışma, halkı teşvik etmek amacıyla 500 lira ödül içeriyordu ve eserlerin en geç 23 Şubat 1921 tarihine kadar gönderilmesi gerekiyordu. Yarışmaya toplam 724 şiir katıldı. Ancak yapılan değerlendirmeler sonucunda hiçbir şiir, milletin yaşadığı mücadeleyi ve duyguları tam olarak yansıtmadığı için seçilmedi.
Bu süreçte, halk arasında büyük saygı gören ve vatan sevgisiyle tanınan şair Mehmet Akif Ersoy, yarışmaya ödül konulmasından dolayı katılmamıştı. Çünkü onun inancına göre, milletin kutsal mücadelesi şiirle anlatılacaksa bu para karşılığında yapılamazdı. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif Ersoy’a şahsen mektup yazarak onu ikna etmeye çalıştı. Mehmet Akif Ersoy, ödül almayacağına dair güvence verilince ikna oldu ve şiiri yazmayı kabul etti.
Mehmet Akif Ersoy, Ankara’daki Taceddin Dergâhı’nda birkaç gün içinde marşı yazdı ve şiirini 5 Mart 1921 tarihinde Maarif Vekâleti’ne teslim etti. Şiir, çok kısa sürede büyük yankı uyandırdı ve Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından 12 Mart 1921 tarihinde TBMM kürsüsünden okundu. Milletvekilleri tarafından ayakta alkışlandı ve yapılan oylamayla İstiklal Marşı olarak resmen kabul edildi.
Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal Marşı’nın kabulünü yakından takip etti ve marşın, milletin ruhunu ve mücadele azmini yansıttığını her fırsatta dile getirdi. Atatürk, ilerleyen yıllarda Mehmet Akif Ersoy’un bu eserini büyük bir saygıyla anarak, marşın sadece bir şiir değil, ulusal bir şuurun ifadesi olduğunu vurguladı.
Marş ilk olarak Ali Rıfat Çağatay tarafından bestelendi ve 1924 yılından itibaren bu beste resmi olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bu düzenleme 1930 yılında değiştirildi ve o tarihten itibaren, bugün hâlen kullanılan, Osman Zeki Üngör tarafından yapılan yeni beste yürürlüğe girdi. Marşın çok sesli orkestra düzenlemesi ise 1932 yılında Edgar Manas tarafından yapıldı.
Mehmet Akif Ersoy, marşın kabulünden sonra kendisine verilmek istenen para ödülünü reddetti ve Türk Kızılay’a bağışladı. Marşın artık milletin ortak sesi olduğunu her zaman dile getirdi. “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” sözüyle, marşın yazıldığı şartların ne denli acı ve fedakârlık dolu olduğunu ifade etti.
Bugün hâlâ tüm okullarda, törenlerde ve milli bayramlarda okunan İstiklal Marşı, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nın, Türk milletinin özgürlük tutkusunun ve birlikte ayakta durma iradesinin simgesi olmaya devam etmektedir.
İstiklal Marşı
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy